7 Ağustos 2017 Pazartesi

Şehzade Bayezid ile Kanuni Sultan Süleyman’ın birbirlerine yazdığı mektuplar...


Şehzade Bayezıd’ın Amasya Valiliğine nakledilince kendisinin yerine Şehzade Selim’in taht varisi olarak seçildiği vehmine kapılarak babasına karşı isyan bayrağınını açması, üzerine gönderilen ordunun başındaki kardeşi Selim ile Konya Ovasında yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine  ordusuyla beraber İran’a sığınmak zorunda kalmasının ardından babası Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı manzum mektup : 
 Ey seraser âleme Sultan Süleyman’ım baba,
Tende Canım, Canımın içinde cananım baba,
Bayezîd’ine kıyar mısın benim canım baba
Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Enbiya ser-defteri yani ki Âdem hakkıçün,
Hem dahi Musî ile îsî-i Meryem hakkıçün,
Kainatın server-i ol Ruh-i âzam hakkıçün,
Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Sanki Mecnun’um, bana dağlar başı oldu durak,
Ayrılıp bilcümle mal ü mülkten düştüm ırak,
Dökerim göz yaşını vâhasretâ, dâd-el-firak,
Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Kim sana arzeyleye hâlim, eya şah-ı kerim,
Anadan, kardeşlerimden ayrılıp kaldım yetim,
Yok benim bir zerre isyanım sana,
Hak’tır alîm, Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Bir nice ma’sumum olduğun şeha bilmez misin?
Anların kanına girmekten hazer kılmaz mısın,
Yoksa ben kulunla Hak dergahına varmaz mısın,
Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Hak Taâlâ, kim cihanın şahı etmiştir seni
Öldürüp ben kulunu, güldürme şahım düşmeni
Gözlerim nuru oğullarımdan ayırma beni
Bigünahım, Hak bilür devletlü sultanım baba
Tutalım iki elim baştan başa kanda ola,
Bu meseldir, söylenir kim “kul günah itse n’ola”
Bayezîd’in suçunu bağışla, kıyma bu kula,
Bigünahım, Hak bilür, devletlü sultanım baba.
Günümüz Türkçesi:
Ey baştanbaşa âleme Sultan Süleyman’ım baba,
Tende Canım, Canımın içinde cananım baba,
Bayezîd’ine kıyar mısın benim canım baba
Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba.
Nebiler defterin başı yani ki Âdem hakkı için,
Hem dahi Mûsa ile Îsa ve Meryem hakkı için,
Kâinatın serveri o en büyük ruh hakkı içün,
Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba.
Sanki Mecnun’um, bana dağlar başı oldu durak,
Ayrılıp bütün mal ve mülkten düştüm uzak,
Dökerim gözyaşını özleyiş ve ayrılık acısından medet,
Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba.
Kim sana arz eyleye hâlimi, Ey cömertlerin padişahı,
Anadan, kardeşlerimden ayrılıp kaldım yetim,
Yok benim bir zerre isyanım sana,
Hak’tır âlim, Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba.
Bir nice masumum olduğunu ey padişah bilmez misin?
Onların kanına girmekten çekinme kılmaz mısın?
Yoksa ben kulunla Hak dergâhına varmaz mısın?
Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba.
Hak Taâlâ, kim cihanın padişahı etmiştir seni
Öldürüp ben kulunu, güldürme padişahım düşmeni
Gözlerimin nuru oğullarımdan ayırma beni
Günahsızım, Hak bilir mevkî sahibi sultanım baba
Tutalım iki elim baştanbaşa kanda olsun,
Bu meseldir (ibretli ve küçük hikaye), söylenir ki “kul günah etse ne olur”
Bayezid’in suçunu bağışla, kıyma bu kula,
Günahsızım, Hak bilir, mevkî sahibi sultanım baba
********************************************************************************
Yukarıdaki manzum mektubu okuyan Sultan’ın cevabi mektubu : 
Ey dem-a-dem mazhar-ı tugyân u isyânum oğul
Takmayan boynına hergiz tavk-ı fermânum oğul
Ben kıyar mıydum sana ey Bâyezid hânum oğul
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Enbiyâ vü evliyâ ervâh-ı a’zam hakkıçün
Nûh ü İbrahim ü Mûsi İbn-i Meryem hakkıçün
Hatm-ı âsâr-ı nübüvvet Fahr-ı Âlem hakkıçün
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Adem adın itmeyen Mecnûna sahralar durak
Kurb-ı tâatdan kaçanlar dâima düşer ırak
Tan degüldür dir isen vâ hasretâ dâd el-firak
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Neş’et-i Hakdur nübüvvet râm olan olur kerîm
“Lâtekul üf” kavlini inkâr iden kalur yetîm
Tâata isyâna alîmdür Hudâvend-i Kerîm
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânım oğul
Rahm u şefkat zîb-i îmân olduğın bilmez misün
Yâ dem-i masûmı dökmekden hazer kılmaz mısun
Abdi âzâd ile Hak dergâhına varmaz mısun
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Hak reâyâ-yı muti’e râi itmişdür beni
İsterem mağlûb idem agnama zib-i düşmeni
Hâşâlillah öldürürsem bî-güneh nâgâh seni
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul
Tutalum iki elüm başdan başa kanda ola
Çünki istiğfâr idersün biz de afv itsek nola
Bâyezidüm suçını bağışlaram gelsen yola
Bî-günâham dime bâri tevbe kıl cânum oğul

Günümüz Türkçesi:
Ey her an başkaldırı ve isyanla meşgul oğul
Boynuna fermanımı takmayan oğul,
Ben kıyar mıydım sana ey Beyazıt Hanım oğul,
Bigünahım deme, bari tevbe kıl canım oğul.

Peygamberler veliler ve bütün ulular hakkıçün
Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu hakkıçün
Hatm-i asarı nübüvvet, fahri alem hakkıçün,
Bigünahım deme bari tevbe kıl canım oğul.

Adem adın etmeyen Mecnuna sahralar durak,
Büyüğe itaatten kaçanlar daima düşer ırak,
Kader değildir der isen hasretle firak,
Bigünahım deme bari tevbe kıl canım oğul.

İmanın ve şefkatin hedefi olduğun, bilmez misin?
Ya masum kanı dökmekten, korkmaz mısın?
Bu çaresiz kul ile hak dergahına varmaz mısın?
Bigünahım deme bari tevbe kıl canım oğul.

Hak, reayaya boyun eğdirmeye tayin etti beni,
İsterim mağlup edem, zib-i düşmeni,
Korkarım Allahtan, öldürürsem bigünah seni
Bigünahım deme, bari tevbe kıl canım oğul.

Tutalım ki iki elin baştan başa kanda ola,
Madem pişman oldun, biz de affetsek ne ola
Bayezidim, suçunu bağışlarım gelsen yola
Bigünahım deme, bari tevbe kıl canım oğul.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

SULTAN II.ABDÜLHAMİD HAN'A AİT BAZI  EŞYALAR

1- Tören kılıcı




2- Tören üniforması, kılıcı ve ayakkabıları:

3-  "Kellner et ses Fils" markalı Paris yapımı fayton:



4- Altın tel örmeli, sedef saplı kamçı:


5- Sürahi takımı:

6- Marangozluk aletleri olan üzeri altın yaldız armalı marangozluk kutusu:


7- Sandıkçı Başı Hasan tarafından hediye edilen III. Ahmet Çeşmesi Maketi:

8- Şam Telgraf Direği Modeli, Sultan II.Abdülhamid'e takdim edilmiş 25. Culus hediyesidir:

9- Sultan II. Abdülhamid Han'ın sürgün hayatını geçirdiği Selanik,Alatini Köşkü'nde kullanması için yapılmış her bir parçası üzerinde Abdülhamid'in "AH" inisiyali bulunan 48 parçadan oluşan yemek takımı:


10-İtriyat Kutusu: İçinde yirmi dört adet şişenin yer aldığı kutu kapağı üzerinde Büyük Mabeyn Köşkü’nün resmi içinde ise Sultan II. Abdülhamid'in tuğrası bulunmaktadır. Etrafı Osmanlı padişahlarının portreleri ile bezelidir:

11- Arabek Taht: Sedir ağacından, arabesk üslupta yapılmıştır.Sultan II. Abdülhamid’e 25. Cülûs hediyesi olarak, Lübnan Mutasarrıfı tarafından takdim edilmiştir:

12- Gondol, Sultan II. Abdülhamid’e 25. Cülûsu vesilesiyle hediye edilmiştir:

13- Kapaklı kupa, Sultan II. Abdülhamid'e Macar Kralı'nın 25. Cülus hediyesi:

14- At binme eyeri:

15- Sultan II.Abdülhamid'in 10 Şubat 1918'de vefat ettiği yatak odası:

16- II. Abdulhamid'in marangoz aletleri:




17 Nisan 2017 Pazartesi

ANADOLU İHTİLALİ...ERDOĞAN'IN ZAFERİ...

Türkiye yaklaşık 200 yıldır yönetim sorunu yaşamaktadır.Osmanlı'da dolaylı yönden yönetimi etkleyen çeşitli düzenlemeler yapıldı:Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, 1876 Anayasası ile beraber Parlamenter Sistem, ardından 2.Meşrutiyet ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti...Yine Parlamenter Sistem ama 1923'ten 1950'ye kadar TEk Parti tahakkümü.Cumhuriyette gerçek anlamda demokrasi 1950 seçimleriyle yaşandı ve Demokrat Parti tek başına iktidar oldu.Sonrası malum; vesayet odakları ve Batı/Nato'nun tasmalı emirerleri buna tahammül edemedi.Önce 1960 Darbesi, daha sonra 1971 Muhtırası, 1980 Darbesi, 1997 Post Modern Darbesi ve 2007 E-Muhtırası ile demokrasi neredeyse her 10 senede bir adeta mezara gömüldü.Batı/Nato tüm bunları içerdeki kuklarıyla yaparken 15 Temmuz 2016'da bu sefer bağrında beslediği Fetö ile ülkeyi resmen işgale kalkıştı ama millet vücudunu tanka,topa,uçağa siper yaparak buna fırsat vermedi.Bundan sonra Türkiye'de yeni bir dönem başladı.FETÖ, PKK ve diğer terör örgütleriyle çok daha fazla mücadele edildi.Bunların yanı sıra yürüyen bir referandum süreci vardı.Millet ilk defa kendi inisiyatifi ile yönetim sistemini belirledi.Toplumlarda değişimler her zaman zor olmuştur.Hele bir de ülkenin yönetimini ilgilendiriyorsa.Nihayetinde Türkiye bu zor ve cesur kararı alarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni kabul etti.Her ne kadar hayır cephesi sonucu kabul etmese de Erdoğan'ın dediği gibi ''Atı alan Üsküdar'ı geçti''.Nitekim 15 senedir her seçimi kaybediyorlar, her seferinde aynı yalanlara başvuruyorlar.Evet cephesi kazandığı halde neden daha fazla oy almadım diye öz eleştiri yapıyor, hayır cephesi ise kaybetmesine rağmen öz eleştiri yapmıyor,kendini sorgulamıyor sadece sağa sola saldırıyor.Tabii hayır cephesi sadece CHP ve HDP değildi, yedi düvel ifadesi tam da bu hayır cephesine uyuyor.Almaya,Belçika,İsviçre,İsveç velhasıl bütün Batı ve terör örgütleri de dünyanın dört bir yanında hayır proagandası yaptılar, evet cephesi hep engellediler, tehdit ettiler ama millet bunlara pabuç bırakmadı.Şimdi Avrupa Parlamentosu açıklama yapıyor; yok sonuçlar meşru değil, ypk Türkiye AB'ye giremez falan filan...Siz bir kere geçin bu işleri artık Türkiye size boyun eğen kuklanız olan cibiliyetsizker tarafından yönetilmiyor, ayağınızı denk alacaksınız, Türkiye'ye rol biçmeyeceksiniz.Türkiye bundan sonra kendi göbeğini kendi kesecek.Bu saaten sonra Türkiye tüm prangalarından kurtulmuş ve tam bağımsız olmuştur.

Bunları geçersek yeni sistemin en olumlu katkılarından biri sadece slogan üreten ve ideolojik kaygıları olanlar değil, koşup çalışan, üreten, ülkenin dertleriyle dertlenenler iktidar sahibi olacaktır.

AK PARTİ'DE TEMİZLİK

Her ne kadar referandumda evet çıkmışsa da beklenenin altında evet oyu çıktı.Bunun sebebi Ak Parti Teşkilatı mı yoksa MHP'den beklenen oy gelmedi mi? Şüphesiz bunlar iyice incelenecek ve gerekli muhasebe yapılacak.Ancak şurası kesin ki Ak Parti'nin ciddi bir temizliğe ihtiyacı olduğudur.En basitinden şunu hatırlatayım.Davutoğlu'nun twitterde 5,4 milyon takipçisi var ama evet için tek twit atmadı, Konya Mitinginde 15 dakika konuştu ağzından bir sefer bile evet sözü çıkmadı.Referandum sonunda twit atıp milletimiz en doğru kararı verdi diyerek güya kendini öne çıkarıyor.Yine Abdullah Gül hiçbir şekilde evet taraftarı değildi.Aliya İzzetbegoviç'in şu sözü tam da bunu anlatıyor: ''Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği sessizliği olacaktır''...Bunların yanı sıra bazı Ak Partili belediyeler de iyi çalışmadı.Tüm bunlar göz önüne alınıp iyi bir temizlik yapılmalı.İnanıyorum ki Erdoğan gereğini yapacaktır.

AK PARTİ'NİN ÖZEL TEŞEKKÜRÜ

Referandum sonucunun evet çıkmasındaki en büyük payelerden biri de Doğu ve Güneydoğu'da geçen seçimlere göre artan oylar.Terör Örgütü'nün tüm baskılarına rağmen bölge halkı Erdoğan'a desteklerini arttırarak yeni sisteme evet dedi.Erdoğan da referandum sonucundan hemen sonra Doğu ve Güneydoğu'ya ayrıca teşekkür etti.

11 Nisan 2017 Salı

Teröristbaşı Öcalan'ın İslam'a bakışı!


Teröristbaşı Öcalan'ın İslam dinine, diğer dinlere, Peygamberimize (sav) ve Allah'a (cc) bakışı örgütün küfrünü ortaya koymaya yetiyor.


"HRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİK İSLAM`DAN ÜSTÜNDÜR" 

Gençliğinde dine yakın olan, okuduğu bir kitaptan sonra Marxist eğilimler gösteren ve Evrimin sıkı savunucuları arasına giren İmralı sakini Öcalan`ın Fırat Haber Ajansı`nda yayınlanan son avukat görüşmelerindeki görüşleri yine zihinlerde soru işaretleri oluştuyor.

Öcalan, İslam Dini, Muhammed peygamber (sav) ve Kur`an hakkında AİHM`de yaptığı ve kitap haline getirilen “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru Özgür İnsan Savunması” adlı yayında, İslam`a ve Kuran`a ağır hakaretler yağdırıyor. “Allah, Arabistan tasarımıdır” değerlendirmesinde bulunan ve “Bir Arabistan yarımadası tasarımı olarak Allah, yaklaşık M.Ö 2000lerde bir ideolojik kimlik olarak bütün Semitik kabilelerin zihninde yer edinmektedir” diyen Öcalan, “Ayette geçer; Ebabil kuşlarının Habeş ordusunu attığı taşlarla perişan etme öyküsü, aslında kabile güçlerinin at ve kılıçla savaşmalarının dinsel anlatımıdır” iddiasında bulunuyor.

Öcalan, Allah`ın 99 isminin, Sümerlerin tarihsel gelişmeye temel katkıları olarak gösterdiği “yazının icadı”, “matematik ve takvim”, “devlet kurumu”, “yasalar”, “şehircilik” “tapınak”, “kutsal aile”, “yazılı edebiyat” gibi kavramlardan ileri geldiğini öne sürüyor.

“Adem ile Havva`nın yaşamı” gibi olayları ütopya olarak nitelendiren Öcalan, “İlk ütopya ve destanlar Sümer kaynaklıdır, Cennet ütopyası Adem ile Havvanın yaşamı, cennetten kovulması, ilk Habil-Kabil kardeş kavgası ve Gılgamışın yarı tanrı-insan kişilikli destanı yazılı olarak günümüze kadar ulaşmışlardır” sözlerini sarf ediyor.

Öcalan`ın ibadet ve camilere ilişkin iddiaları da insanı dehşete düşürecek şekilde ifadelerle dopdolu olarak karşımıza çıkıyor.

Farz olan namazın aslında tiyatro olduğunu belirten Öcalan, “Arabistanda halen kıble denilen namazda yön anlayışı tanrıçaya bağlılığın bir izini teşkil etmektedir” diyerek, tam bir vahşet halini alan kurban yerine parasıyla yoksullara ve daha hayırlı işlere fon oluşturmanın yararlı olacağını, orucun sınırlı olarak ve nefsi terbiye amacıyla uygulanması gerektiğini, tüm ibadet uygulamalarının çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesinin gerektiğini düşünüyor!

Öcalan, AİHM savunmasında fitne niteliği taşıyan ifadeleriyle Peygamberimiz Muhammed (sav) ve eşi Hatice annemize dil uzatmayı da ihmal etmiyor.

“Hatice olmadan Muhammed`in peygamberleşmesi mümkün görünmemektedir.Yaşça Muhammed`den büyük ve ticaret kervanına sahip olacak kadar zengin ve güçlüdür. Kadını hor gören ve kız çocuklarını diri diri ölüme terk edecek kadar erkek egemenlikli Mekke toplumunda Hatice`nin ciddi bir tehlike teşkil edeceği açıktır. Kendi başına bu azgın toplumla baş edemeyeceğine göre Muhammed`le ilişkileri ve evliliği çok anlamlı olmaktadır. Ölünceye kadar Muhammed`in başka kadınla evlenmemesi saygının ötesinde Hatice`nin maddi ve manevi gücüyle bağlantılıdır.” sözleriyle düşüncelerini dile getiren Öcalan, Kuran-ı Kerime de hakaretler yağdırıyor.

İslam dinine karşı olan dehşet verici açıklamalarının ardından Öcalan bu kez de görüşme notlarında Marks ve Hegel hayranı olduğunu, Musevilik ve Hıristiyanlığı İslam`dan üstün tuttuğunu, İslam`ın Kürtleri ezdiğini ileri sürüyor.

“Aslında Paskalya dolayısıyla Süryanilere ilişkin bir mesaj vermeyi düşünüyordum. Sadece Süryanilerle ilgili de değil, bütün Hıristiyanlara ilişkin bir mesaj vermek istiyordum. Ben Hıristiyanlık üzerinde epeyce duruyorum, araştırmalarım var. İslam ile Hıristiyanlığı ve Yahudiliği kıyaslıyorum. Hıristiyanlığa bazı haksızlıklar yapıldığını da düşünüyorum. Süryaniler, Doğu Hıristiyanlığını temsil ediyor, doğuya aittir. Batı Hıristiyanlığı özel olarak Doğu Hıristiyanlığını anlamalıdır” sözleri ise son fikirlerinden sadece bazıları.

Her zaman değişik fikirler öne sürdüğü bilinen ve tutarsız değerlendirmeleriyle gündemde kalabilmek için çaba sarf eden Öcalan`ın, bu kez de yine aynı amaç için kürek çektiği düşünülüyor. Ama boşuna kürek çektiğini hesaba katmadığı da bir gerçek!

"ALLAH HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM"

Öcalan, “Sanat ve Edebiyatta Kürt Aydınlanması” isimli kitabının 153. sayfasında şunları söylüyor: “Yukarıda Tanrı olsaydı, beni yine yanlış yola sevk edecekti. Allah da Kürtler için değildir, Kürtleri şaşırtıyor. Kürtlerin Allah`ı da onları yanlış yola sevk ediyor. Bunun için ben kendi kendimin tanrısıyım.”

Bir başka kitabında ise kendini yarı tanrı ilan ediyor! “Özgür Yaşamla Diyaloglar” isimli kitabının 257. sayfasında ise şöyle anlatıyor: “Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaş verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.

Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” kitabının 1. cildinin 204. sayfasında da PKK elebaşı Öcalan, “Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür” diyor.

NAMAZA "TİYATRO" DİYOR!

Abdullah Öcalan, söz konusu kitabın 313. sayfasında da şunları söylüyor: “Allah bir nevi ortaçağın feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir.” Öcalan, kitabın 354. sayfasında ise “Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur” ifadelerini kullanıyor.

ALLAH`A VE PEYGAMBERİMİZE HAKARET!

“Benim de bazı saplantılarım oldu. Tanrı saplantısından tutalım, başka saplantılara kadar, bir çok saplantı... Bak doğru, bazı arkadaşlar tutkulardan, saplantılardan bahsediyorlar. Benimkini anlatsam dehşete kapılırsınız... Tanrıyı aşabilir miyim, aşamaz mıyım? Benim bir özelliğim de süreçleri zayıf yaşamam. Bu tanrıdan kopuş, aslında nedir? Tanrıdan, ideolojiden kopulmalıdır. Ben Allah`ımla yıllarca uğraşmış adamım. Allah`ımla delicesine pençeleştim.”

Kaynak, “Parti önderliğinin kasım-1991 çözümlemeleri” isimli PKK yayını.

“DİN, KADINI KISITLAR, BİZİM DİN İLE İLİŞKİMİZ YOKTUR”

Öcalan, 13 Eylül 1998 günü Şam`da 60-65 kadar kişiye hitaben yaptığı konuşmasında, dini kökenli aile yapısının kadın özgürlüğünü kısıtladığını, kadınların din yüzünden hareket edemez duruma geldiğini, halkın emperyalist yapısı olan İslam`ı terk ettiği gün mücadelelerinin daha da güçleneceğini belirtir. Öcalan, sosyalist ahlakın topluma egemen olmasını istediği konuşmasına şunları da söyler:

"Kızlarımız, kadınlarımız, annelerimiz çocukça ve ahmakça hareket ediyor. Onlar, Kürdistan`ın çağdışı toplum etkilerini taşıyor. Düşmanın toplumumuza empoze etmiş olduğu karanlık toplumsal özellikleri değer yargısı olarak anlıyor. Kadınlarımız, açıkça söylüyorum dinin etkisinde kalarak pasifleşmiştir. Bu nedenle de kadın militanlarımız gittikçe azalmaktadır. Sadece kızlarımızı değil erkeklerimizi de engellemek istemektedirler. PKK`ya katılırsan hakkımı helal etmem demektedir. Ne hakkı var, aptal kadın! Bırak oğlunu, bırak kızını gelsin. Kadınlarımız, analarımız Kürdistan davasına ihanet etmiştir! Bizim din ile ilişkimiz yok. Halkımız tanrıdan, ideolojiden kopmalıdır! Ben çok uğraştım sonunda tanrıdan koptum. Tanrıyı aştım! Böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam kadınımıza bir şey vermemiştir. Bunun yerine sosyalist ahlakı koyacağız!"

“BİZ OLMAZSAK GÜNEYDOĞU`YA ŞERİAT GELİR”

Avukatları ile yaptığı bir görüşmede o günlerde yapılan operasyonlarda örgütün çok can kaybı verdiği bilgisi kendisine verilir. Öcalan`ın cevabı çok ilginçtir:

“TSK neden bu kadar sert davranıyor, anlamak zor, zira biz olmasak Güneydoğu`ya şeriat gelirdi. Ölümü bir türlü kabul etmeyen insanın Cennet ve öbür dünya tasarımı da mutluluk içgüdüsünün hayal âleminde tatmin olmasıdır...”

“DİN ADAMLARI KÜRTLERİ UYUŞTURUYOR”

“Din adamlarının ve imamların temel görevi İslamiyetin yüceliğini, Allah`ın yolu olduğunu her gün tekrarlasalar da, sosyal gerçekliğe ve milli gerçekliğe muazzam bir şovenist dayatmadır. Tarih bunun engin çabalarıyla doludur. Kürtlerdeki Din Adamlarının da görevi bundan öteye değildir...”

“Hatice olmadan Muhammed"in peygamberleşmesi mümkün görülmemektedir. Bu yönüyle Hatice üstü örtülü de olsa Meryem`in çok üstünde bir etkiye sahip ve tanrıça kadın kültürünü temsil etmek durumundadır. Muhammed`i Mekke toplumunda ilk destekleyenin Hatice olduğu açıktır. Yaşça da Muhammed"den büyük ve ticaret kervanına sahip olacak kadar zengin ve güçlüdür. Hatice kendi başına bu azgın toplumda baş edemeyeceğine göre, Muhammed"le ilişkileri ve evliliği çok anlamlı olmaktadır. Muhammed, Hira dağında ‘ideolojik ve devrimci yoğunlaşmayı yaşadı!”

“Muhammed"e daha sonra ilk inanacak olan, amcaoğlu çocuk Ali ile kölesi durumundaki Zeyd"dir. Ali`nin grubun devrimci niteliğini açıkça göstermektedir. Ali`nin şahsında da köleliği bağışlamakta ve devrimle ortadan kaldırılmaktadır. Aslında bu ilk üçlüde olsa gerçekleştirilmektedir. Hatice ile ilk kişi ile kadın devrimi, Ali ile kabile devrimi ve Zeyd ile köleliğe karşı devrim yapılmaktadır. Ortak bir komin yaşamı oluşturdukları içinde yaşamlarına devrimci bir tarz hâkim olmaktadır. Grubun bu temelde büyümesi ideolojik manifestoyu kaçınılmaz kılacaktır. Muhammed`in Peygamber olmadan önce uzun süre Hira dağına çekilmesi, ideolojik yoğunlaşma sürecidir.”

“İSLAM, KÜRTLÜĞE İHANET EDİYOR!”

İslam"ın tüm ırkları birleştiriciliğinin ve sağladığı huzurun güzelliğini Öcalan bakın nasıl yorumluyor:

“Tarihin önemli kesitlerinden İslamiyet`in gerçeğimizle teması, devrimci özü ve adaleti temsil etme temelinde değil, tam tersine gerçeğimizin imhası, eşitsizliğe ve adaletsizliğe yol açması temelinde olmuştur. Daha doğrusu İslamiyet`in Kürdistan koşullarına girişi, devrimci yandan ziyade emperyalist yanı ağır basan biçimde olmuştur. İdeolojik ve hem de ekonomik, sosyal ve siyasal düzeylerdeki İslami yayılma, Kürt milli ve sosyal gerçekliğine çok az yer verir. Bu öğelerin önemli bir bölümünü silip süpürmüştür. Bunun da en başta gelen sorumlusu, Kürt egemen işbirlikçi tabakasıdır. Hala da günümüzdeki o işbirlikçi tabakaya baktığımızda kraldan daha çok kralcı, İslamcı, Türkçü veya bilmem neci kesimleri bu tarihi nedenden dolayıdır.”

2 Mart 2017 Perşembe

120 yıldır aranan kitabe depoda çıktı

Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Mehmet Tütüncü, Kanuni’nin kayıp kitabesini İsrail Devlet Müzesi’nin deposunda buldu. Tütüncü, “Kitabeyi takasta kullanmak istiyorlar” dedi


Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Kudüs’teki kayıp kitabesi, 120 yıl aradan sonra İsrail Devlet Müzesi’nin deposunda ortaya çıktı. Yıllardır akıbeti merak konusu olan ve birçok araştırmacının peşine düştüğü kitabe; Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Mehmet Tütüncü tarafından gün yüzüne çıkartıldı. Alman Kayzeri Wilhelm’in 1898’deki Kudüs ziyareti sırasında yıkılan Kudüs Surları’nda bulunan ve sonrasında sırra kadem basan Kanuni’ye ait kitabe; Osmanlıların hilafetin sahibi olduğunu ilk kez ilan eden ferman niteliğinde.

Takas edilebilir’
1533 tarihli kitabede Kanuni Sultan Süleyman, kendisini, ‘dünyanın tek hakimi’, ‘ufukların efendisi’, ‘hilafetin gerçek sahibi’ olarak tanımlıyor. Arap Dünyası Araştırma Merkezi Başkanı Tütüncü, kitabenin Osmanlı tarihi açısından çok önemli olduğuna dikkat çekerek; “Bilindiği üzere Yavuz Sultan SelimMısır’ı fethettikten sonra hilafet Osmanlı’ya geçmiş, ancak Yavuz, hiçbir zaman halife olduğunu dil egetirmemişti. Yavuz’dan sonra tahta çıkan Kanuni, kendisini Halife olarak ilan etti. İsrail Müzesi’nin deposunda bulduğum kitabe Osmanlı’daki halifeliğin ilk ilanı özelliğine sahip. Daha da önemlisi İsrail Başbakanı Netanyahu, İstanbul arkeoloji Müzesi’nde bulunan İsrail’in en eski yazıtı olan Siloam Kitabeleri’ni istiyor. Siloam Yazıtı 1880’de Kudüs’te yapılan kazılarda bulunmuş ve o zamanki Osmanlı Müzesi’ne getirilmişti. Netanyahu, Arkeloji Müzesi’ndeki kitabelere karşılık Osmanlı dönemine ait kitabelerin Türkiye’ye verebileceğini açıklamıştı. Muhtemelen Kanuni’ye ait kayıp kitabeyi takasta kullanmak istiyorlar” dedi.
‘Toprağa gömülüydü’
Tütüncü, kayıp kitabenin serüvenini ise şöyle anlattı: “Uzun araştırmalar sonucunda Kudüs’e yaptığım son ziyarette, kitabenin İsrail müzesinin deposunda olduğunu öğrendim. Depoda yaptığım araştırmalardan sonra kitabeyi fotoğrafladım. Kitabe, geçmişte Yafa kapısı ile Kudüs kalesinin arasındaki surda bulunuyordu. Yafa kapısı Kudüs sur içinin ana kapısıdır. İç kalesi ise bir hendekle çevrilidir. Kitabe bu surun üzerindeydi. Ancak Alman Kralı II. Wilhelm 1898’de Kudüs’ü ziyaret ettiğinde, kralın heyetiyle rahatça geçebilmesi için bu hendek doldurularak surlarda bir kapı açıldı. Kayzer ile kafile buradan içeri girdi. Kanuni’ye ait kitabe de hendeğin doldurulması sırasında yere gömüldü. İşte bu sur açılışında kitabe kaybolmuş ve yıllardır nerede olduğu bilinmiyordu.”  
‘Ufukların efendisi’
120 yıl sonra İsrail Devlet Müzesi deposunda bulunan kayıp kitabede şu ifadeler yer alıyor: “İslam’ın surlarını korumak için yapılan bu kulenin (rabad) yapılmasını emreden, iktidarının gücü ve kuvveti ile putlara tapmayı engelleyen, Dünya milletlerinin hâkimiyetini elinde tutan, ufukların efendisi, temlik yoluyla hilafetin başı olmayı hak etmiş Sultan oğlu Sultan Süleyman Han’dır.”